önce Allah'a Sonra Sana Emanet...

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
YOLCU olmadığı halde Diyarbakır- İzmir seferini yapacak Sun Ekspres firmasına ait yolcu uçağının kokpitine kadar giren kadın, güvenlik skandalına yol açtı. Kadın, uçağa bindirdiği 2 çocuk için pilota, “Bu çocuklar Allah’a ve sana emanet, onları izmir’e sağ salim ulaştır'' deyince şaşıran ve bu güvenlik başıboşluğuna tepki gösteren pilotun uyarması ile kadın uçağın yanından alındı. Yolcular uçaktan indirilerek uçak ve bagajlar arandıktan sonra uçak havalanabildi. Kadının Askeri havaalanında güvenlik kontrollerini aşarak nasıl uçağın yanına kadar gittiği araştırılırken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Askeri havaalanı olması nedeniyle güvenlik önlemlerinin üst düzeyde olduğu Diyarbakır Havaalanı'nda yaklaşık 20 gün önce yaşanan güvenlik skandalı şaşkınlık yarattı. Sun Ekspres firmasının Diyarbakır- izmir seferini yapacak yolcu uçağı, saat 14.40’ta yolcu almaya başladı. Bu sırada adı açıklanmayan bir kadın, uçuş hazırlığı yapan pilotun bulunduğu kokpite girerek, uçağa bindirdiği 2 çocuk için “Bu çocuklar Allah’a ve sana emanet, onları izmir’e sağ salim ulaştır'' dedi. Pilot, kadına yolcu olup olmadığını sordu. Kadının yolcu olmadığı halde uçağın kokpitine kadar girdiğini fark eden pilot, sinirlenerek güvenlik güçlerini çağırdı.

 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
DERS:
Hintli bir yasli usta, ciraginin surekli herseyden sikayet etmesinden bikmistir. Bir gun ciragini tuz almaya
gonderir.Hayatindaki her seyden
mutsuz olan cirak dondugunde, yasli usta ona, bir avuc tuzu,
bir bardak suya atip icmesini soyler.Cirak, yasli adamin soyledigini yapar
ama icer icmez
agzindakileri tukurmeye baslar.Tadi nasil?" diye soran
yasli
adama
ofkeyle
"aci" diye cevap verir.Usta kikirdeyerek ciragini
kolundan
tutar
ve
disari
cikarir.Sessizce az ilerdeki golun kiyisina goturur ve
ciragina
bu
kez
de
bir avuc tuzu gole atip, golden su icmesini soyler.
Soyleneni
yapan
cirak,
agzinin kenarlarindan akan suyu koluyla silerken, usta
ayni
soruyu
sorar:
"Tadi nasil?" "Ferahlatici" diye cevap verir genc
cirak."Tuzun
tadini
aldin
mi?" diye sorar yasli adam,"Hayir" diye cevaplar
ciragi.Bunun
uzerine
yasli
adam, suyun yanina diz cokmus olan ciraginin yanina
oturur
ve
soyle
der:"Yasamdaki acilar tuz gibidir, ne azdir, ne de cok.
Acinin
miktari
hep
aynidir. Ancak bu acinin siddeti,neyin icine konulduguna
baglidir.
Acin
ougunda yapman gereken tek sey aci veren seyle ilgili
hslerini
genisletmektir. Onun icin sen de artik bardak olmayi
birak,
göl
olmaya
calis."
Bu guzel nasihatten bir ay sonra çirak ölür, meger
yakindaki
fabrikanin
zehirli atiklari gole bosaliyordur.
Bunun uzerine Hintli yasli usta söyle der: "Hassittir... !"
 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
BAY DÜDÜK

Sürte sürte bir oldum. Kısmetim bağlanmış demek. Kimse bana is vermiyor,
hiçbir

yerde iş bulamıyorum. insan darda kaldı mı, en olmayacak şeyleri bile
düşünüyor.

Maçka'dan Dolmabahçe'ye doğru, iste böyle en olmayacak şeyleri düşüne düşüne

gidiyordum. Stadyumun önüne geldim, bir ana baba günü. öyle kalabalık,
caddeden

geçmenin imkânı yok. Bu adamlar stadyuma nasıl giriyorlar? insan anaforunun

içinde, bir o yana, bir bu yana fırfır dönüyordum. Bir dalga geliyor, elli
metre aşağı

iniyoruz. önden itiyorlar, yirmi adım geri bas; arkadan dayanıyorlar, otuz
adım öne

yürü. Dört yandan birden sıkıştırıyorlar, o zaman olduğum yerde fırıldak
gibi

dönüyorum.

Bir yere geldim dayandım ki, söküp çıkmanın imkânı yok. Kendimi bu insan
seline

bıraktığımı sanmayın. Ha babam zorluyorum. Ama nereye? Bir saat kadar

debelendim, çabaladım, çırpındım, o insan düğümünün içinden bir türlü
kendimi

söküp çıkaramadım. Bana öyle geldi ki, içine düştüğüm bu insan anaforundan
bir

daha ömrüm oldukça artık kurtulamayacağım. O yana itile, bu yana kakıla son

soluğumu şuracıkta verip güme gideceğim.

İşte tam o umutsuzluk sıramda, bir düdük öttü. Düdük ama, ne düdük... Anadan

doğma sağırın duyacağı bir düdük. Düdüğün ötmesiyle o birbirine kenetlenmiş
insan

kalabalığı şak diye ikiye ayrıldı. Düdüklü adama yol verdiler. Bir de
baktım: Aaa...

Bizim Musa değil mi?

- Musaaaa!... diye bağırdım.

«Ulan Musaaa!...» diye de bağırabilirdim. Ama düdüğe olan saygımdan olacak,

böyle diyemedim. Sesimi duyunca Musa elimden tuttu, beni o kalabalıktan
çıkardı.

Yürümeye başladık. önümüz tıkandıkça, Musa düdüğüne asılıyordu. Düdüğü
duyanlar

birbirlerini ezerek kaçışıyorlar, bize yol açıyorlardı. Musa önde, ben
arkasında, böyle

ilerleyerek stadyumun kapısına geldik. Musa bir düdük de kapıda öttürdü.
Kapıdaki

memur,

- Buyurun! diye bize yol verdi. Turnikeden geçtik içeri girdik. Geniş bir
soluk

alınca,

. Ulan Musa, sen Beden Terbiyesi Genel Mü dürü mü oldun? Nedir bu, düdük

elinde fırfır öttürünce herkes sana yol veriyor? dedim

. Beni bırak da sen kendini anlat, ne iş yapıyorsun? dedi.

. Hiç bir iş yaptığım yok. Beş aydır iş arıyorum. Ama erkeklere iş yok.
Şimdi

gelirken onu düşünüyordum. Bir iki makyaj yapıp kadın kılığına mı girsem?
Ama

onları doğruluyorum. Ben de yanımda çalıştırmak için birisini arasam, kazık
gibi bir

erkek alacağıma, güzel bir kadın seçerdim, içimde kötülük olduğundan değil.
Nasıl

olsa ikisi de aynı işi yapmayacak mı, hiç olmazsa, karşında güzel bir kadın
görürsün

de gönlün gözün açılır.

Musa,

. Anlaşılan, sen iyice bitiksin... dedi.

. Hem de nasıl! Beş ay işsizlik ne demek?

Ondan sonra maçın heyecanıyla konuşmadık.

Maçtan çıktık. Musa, fırfır düdüğü öttürüp bize yol açıyor. Düzlüğe çıkınca,

- Arabaya binelim, dedi.

Binelim binmesine, ama nasıl bineceğiz? Ben diyeyim beş yüz kişi, siz deyin
bin

kişi araba, otobüs bekliyor. Bir bos araba geldi mi, yüz kişi birden
koşuyor.

. Bize iki günde sıra gelmez

Musa,

. Sen dur! dedi.

Önümüzden bir taksi geçerken, cebinden düdüğü çıkarıp, fıır fııır öttürdü.
Düdüğü

öttürmesiyle hızla giden taksi döndü; geldi önümüzde durdu. Biz taksiye
bindik. İşin

şaşılacak yanı, boş arabaya başkaları saldırmadı. Arabada,

- Ulan Musa, yoksa sen Trafik Müdürü mü oldun? dedim.

Parmağını dudağına götürüp «sus!» işareti yaptı. Nişantaşı'nda taksiden
indik.

Musa cüzdana davrandı. Şoför:

. Ayağını öpeyim âbi, para istemez kurban olayım... dedi. Para almadı.

. Şoför tanıdık mı? dedim.

. Yoo... dedi.

. Ulan Musa, yoksa sen Polis Müdürü mü oldun?

Yine bir «sus!» işareti verdi.

- Surdan öteberi alalım da eve gidelim, dedi.

Kasaba gittik. Kasap dükkânının önünde bir kuyruk var, sonu görünmüyor.

Kuyruktakiler sıra kavgası yapıyorlar, birbirlerine girmişler. Bizim Musa
hemen

düdüğe sarıldı. Düdüğün ötmesiyle, herkes yerli yerine çekildi. Kasap da
dışarı

uğrayıp, Musa'ya,

- Buyurun! dedi.

Biz kuyruğu yarıp içeri girdik.

. Bir kilo bonfile...

Kasap soruyor:

. Başka emriniz?

. Beyin var mı?

. On tane yeter mi?

Kasap paketi yaptı. Musa cüzdanı çıkardı. Kasap,

. Vallahi olmaz Beyefendi... diye parayı almadı. Ama biz etleri aldık,
dışarı

çıktık.

. Ulan Musa, yoksa sen Belediye Müdürü mü oldun?

Benim sorularıma hep, sus, diyor.

- Bu aksam yemeği dışarıda yeriz. Bu aldıklarım yarına, dedi.

Ertesi gün pazar.

. Neler istersin? dedi.

. Hiç bir şey istemem, dedim.

Efendim oradan gittik manava. Oradan gittik bakkala. Bizim Musa, dükkândan

içeri girmeden önce bir kere düdüğe asılıyor. Ondan sonra içeri giriyor.
Elimiz

kolumuz paket doldu. Hiç bir yere de on para verdiği yok.

Bir düdük daha öttürüp bir taksi çevirdi. Apartmanına gittik Şoföre:

- Bekle! dedi.

Musa bekâr. Apartımanında bir başına oturuyor. Elimizdekilerini bıraktık.
Kapıda

bekleyen taksiye bindik. Bir gazinoya gittik. O şoför de para almadı.

Gazino tıklım tıklım dolu. Musa düdüğü fora etti. Daha ağzına götürmeye

kalmadan gazinonun önce garsonları, arkadan sahibi olacak, biri koştu.

Bize, sahnenin önünde, bir masa koydular. Biz bişey istemeden masayı
donattılar.

- Ulan Musa, yoksa müfettiş misin?

Ben sordukça, sus, diyor, başka bir şey demiyor. Musa büyük bişey olmuş ama
ne

olmuş? Bir türlü çıkaramıyorum. Sazlar, şarkılar başladı. Biz de kafaları
çekiyoruz.

Garsonlar etrafımızda pervane olmuşlar. Derken arkada bir gürültü koptu.
Sarhoşlar

birbirlerine girdiler. Onlar bıçakları fora ederken bizim Musa da düdüğe
asıldı. O

aslan kesilmiş kavgacılar, düdüğün bir fıırt etmesiyle uyuz it gibi
kuyruklarım kısıp

oturdular.

Bu bizim Musa ne olmuş? Düşünüyorum, düşünüyorum, bir türlü bulamıyorum.

Gazinodaki hesap şöyle böyle ikiyüz lirayı buldu. Gazinocu «para almam da
almam»

diyor.

Bir arabaya bindik, eve geldik. Ertesi gün pazar. Musa kolları sıvayıp kendi

eliyle

yemekler yaptı. Ben gidecek oldum.

- Olmaz, dedi, bir hafta misafirim ol da aklın başına gelsin.

Bir hafta Musa'nın evinde yan gelip yattım. Geziyoruz, tozuyoruz,
eğleniyoruz.

Musa'nın hiç bir yere on para verdiği yok. O verse de almıyorlar.

- Ulan Musa, sen bir büyük adam olmuşsun ama ne? Söyle şunu! diyorum.

Söylemiyor. En sonunda,

- Söylerim, ama kimseye söylemeyeceksin, dedi.

. Söylemem,

. Dinine?

. Söylemem.

. imanına?

. Söylemem.

Yemin yemin üstüne. Kimseye söylemeyeceğime iyice inandıktan sonra, cebinden

düdüğü çıkardı, öptü, başına koydu.

. iste birader, dedi, bütün keramet bu mübarek düdükte. Bir gün Karaköy'de

dolmuş bekliyordum. Kuyrukta bekle bekle, sıra geleceği yok. Elimdeki
zincire bağlı

düdüğü sallayıp dururken her nasılsa dalgınlıkla düdüğü ağzıma götürüp
öttürmüşüm.

Oradan bir memur koşup geldi, selâmı çaktı. Sen olsan ne yaparsın?

. Bilmem!

. «intizamı temin edin oğlum!» dedim, yürüdüm;

Biraz gittim. Kalabalıktan, caddeden karşıya geçemiyorum. Düdüğü çıkarıp

öttürdüm. Bütün taşıtlar durdu. Karsıya geçtim, «Yahu bu ne iş?» dedim kendi

kendime. Düdüğü öttürdün mü, işler istediğin gibi yürüyor. Sonra anladım
birader.

Bizde bütün işler düdükle yürümez mi? Vapur düdükle kalkar, tren düdükle
kalkar.

Araba düdükle durur. Kavgacı düdükle barış görüş olur. Hattâ düdüğün sesini
duyan

kaçar. Bak, şimdi şu meydanda bir düdük öttüreyim, çil yavrusu gibi herkes
bir yana

dağılır... O zaman anladım, bizde bütün işler düdükle yürüyor. O gün bugün
işte bu

düdüğün sayesinde geçinip gidiyorum. Bak, dinine, imanına başkasına söyleme.

Yoksa eline bir düdük geçiren fırlar ortaya. İşe kesat girer.

Söylemeyeceğime yemin ettim, ama, yazmam diye yemin etmedim ya... İşte

yazıyorum. Simdi benim de sizden bir ricam var. Su söyleyeceklerimi siz de
sakın

başkasına söylemeyin. Musa'dan ayrılınca hemen bir düdük de ben satıh aldım.

Taksim

meydanında bir düdük öttürdüm. Gelgelelim, hiç kimse düdüğe aldırış etmediği

gibi, ilk öttürüşte beni yakaladılar. Ertesi gün de gazeteler «Sahte
müfettiş

yakalandı», «Kendine polis süsü veren biri tutuldu» gibi benim için yazmadık

söz

bırakmadılar. Oysa, Tanrı bilir ya, düdük öttürmekten başkaca hiç bir suçum
yoktu.

Ondan sonra anladım ki, bizde düdük geçiyor geçmesine ama, öttürmesini
bileceksin.

Benim gibi, düdüğü öttürürken, elin ayağın titrer, öttürsem mi, öttürmesem
mi diye

kuşkuya düşersen hapı yuttuğun gündür.

Benim de sizden ricam, düdüğün nasıl öttürüleceğini başkalarına
söylememenizdir.

Yoksa düdük, öttürmesini bilen için çok işlere yarıyor.



Aziz Nesin.
 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
? Üniversitede okuyan bir ogrenci yil sonu sinavlarina girmis ve arkadasina:

-Ben memleketime gidiyorum, sinavlar belli olduktan sonra bana sonuclari
bildir, ancak telefona ben cikarsam bana soylersin.
Telefona annem cikarsa zayifim olmaz AMA eger bir tane olursa Ebubekir'in
selami var, dersin.

Iki zayif imkansiz DA eger olursa Ebubekir'in omer'in selami var dersin.
? Üç zayif hic olmaz DA eger olursa Ebubekir'in, Omer'in, Osman'in selami var
dersin.
Dort zayif imkansiz DA eger olursa, Ebubekir'in, Omer'in, Osman'in, Ali'nin
selami var dersin, seklinde konusup memleketine gelir.

Bir zaman sonra sinavlar belli olur, arkadasi sinav sonuclarini bildirmek
icin telefona sarilir, telefona ? ögrencinin annesi cikar.

- Teyze, oglunuza soyleyin Ummet-I Muhammed'in selami var...
 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
Aşağıdaki yazıt bir Kızılderili kitabesinden alınmıştır.

- Yalan tohumdur. Bire kırk verir. Verdiği kırkın her biri bir tohumdur ki bire kırk verir.
- Bilgi de tohumdur. Bire yüz verir. Verdiği yüzün her biri bir tohumdur ki; sana bilgelik, torunlarına da ilham verir.

- Zeka sudur. Tohumları yeşertir. Yalanı da bilgiyi de.
- Yetenek topraktır. Ne ekersen onu biçersin. Ekmezsen üzerinde ayrık otları biter.
- Emek güneştir. Tohuma da suya da toprağa da hayat verir.
- Kader çadırındaki kilim gibidir. İpliğini Ulu Manitu verir sen dokursun. Deseni sendendir, renkleri Tanrı'dan.
- Şans doğal gübredir. Boktan bir şeydir yani. Ne zaman nereye düşeceği belli olmaz. Kilimine düşerse kirletir. Desenini değiştirir. Her şeyi bombok eder. Oysa toprağına düşerse besler.

- Bu kitabe okuyana ilham, yazana derman, dağıtana şans getirir.
- Her kim ki okuyup mail box'ından siler (Manitu aşkına mail box da nedir ?) türlü lanet kapısından eksik olmaz.

Bu kitabeyi 15 kişiye yolla. Dileğin üç vakte kadar gerçek olacaktır. Silersen başına gelecekleri sen düşün artık.

Örnekleri aşağıda yazılı.

Şans: Bizim komşunun evde kalmış kızı Zehra kitabeyi 15 kişiye yolladı; 3 ay sonra doktor Vahit'le evlendi.

Lanet: Dahiliye uzmanı Vahit bey kitabeyi sildi; 3 ay sonra bizim komşunun evde kalmış kızı Zehra'yla evlendi.

Şans: Çifçi Hüseyin bey yazıyı 15 kişiye yolladı ; 3 gün sonra 4 dönümlük bağına çok yağlı bir müşteri çıktı. En çok 20 milyar edecek bağı 100 milyara Vahit beye sattı. Bağı teslim etmeden önce arazinin altından 5 küp altın buldu.

Lanet: Ev yaptırmak üzere varını yoğunu harcayıp 4 dönümlük arazi satın alan dahiliye uzmanı Vahit bey yazıyı sildi 3 gün sonra aldığı bağ, altından tarihi eser çıktığı için sit alanı ilan edilerek müzeler idaresince 20 milyar bedelle istimlak edildi.
 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
BAYRAM TEBRİĞİ
..
NEŞELİ ÖYKÜLER

1965 senesiydi. İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlükte, özel kalem müdürünün yardımcısıydım. Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün, genel müdür, beni odasına çağırdı.
“Buyrun efendim.”
“Tebrik kartları hazır mı evladım?”
“Hangi tebrik kartları efendim?”
“Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi.”
“Hiç haberim olmadı efendim”
“Hemen, hemen hemen! Yarına istiyorum üçbin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver.”
“Emredersiniz efendim!” dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım?
Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesi makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım:
“Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.”
Kalan bin tanesi de, daha üst makamdakilere:
“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.” şeklinde yazılacaktı.
Hiç vakit geçirmeden masamın başına geçip kolları sıvadım. Önümde davetiyelerden oluşan irili ufaklı pek çok dağ duruyordu. Ben mesaim bitiyor, az sonra çıkar evime giderim derken, sabaha kadar burada kalıp üçbin kartı yazmak zorunda kaldım. Sızlanmanın faydası yok, işe başladım:
“Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.”
“Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.”
5,10,20,50,100,750,875… Yazıyorum yazıyorum bitmiyor! Vakit gece yarısını geçti gitti bana öyle bir sıkıntı bastı ki, tarif edemem.
Yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum.. bitmiyor.
En nihayetinde alt makam kartları bitti. Ama ben de bittim. Şafak sökmek üzereydi. İşi biten kartları masamın üzerinden alıp başka bir yere koydum. Ama önümde hâlâ bin adetlik bir kart yığını durmaktaydı. “Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim”e başladım..
Durmadan yazıyordum. Göz kapaklarım öyle ağırlaşmıştı ki, gözlerimi açık tutmam her bir kartttan sonra daha da zor bir hale gelmişti. Resmen işkence çekiyordum.
125,279,400,689… yazdım yazdım yazdım. Bir vakit sonra, artık ben kaleme değil o bana hakim olmaya başladı. Ama hâlâ yazıyordum:

“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.”
“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.”
“Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken...”
“Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim...”
“Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrıca sıhhatle ederim...”
“Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi'ye başarılı günler dilerim...”
“Sizin de eşinizin de Niyazi’nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim..”
“Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi'ye başarılar diler aynı zamanda ederim...”
“Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar Niyazi'nin gözlerinden öperim...”
“Sizin de, eşinizin de, Niyazi’nin de, bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de.. saygıyla ederim...”
Sabah tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı bir halde kartları yetiştirdim.. Genel müdür bir-ikisine şöyle bir baktı:

“Aferin” dedi. “Bitirmen iyi olmuş. Hemen postalayın!”
Hemen postaladık.

Üç gün sonra da önce bizim genel müdürü, ardından bendenizi postaladılar!..
 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında okuduktan sonra vatanına

> ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç kimse cevap veremediğinden

> dolayı canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni oğullarına yardım etmek

> niyetiyle büyük ilim sahibi olan köyün hocasına götürürler. Hoca ve

> delikanlının arasında geçen dialog şöyle devam eder.
>
> Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma
> cevap verebilecek misin?
> Hoca: Allah'ın bir kuluyum ve
> Onun izniyle sorularına cevap
> verebileceğim.
>
> Delikanlı: Emin misin? Proferserler
> bile cevap veremedi bana.
> Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım
>
> Delikanlı: 3 sorum var
> 1. Allah yaşıyor mu? öyle ise,
> şeklini bana göster
> 2. Takdir (kader) nedir?
> 3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa
> neden cehenneme yollanıyor, cehennemde ateş dolu değil mi? Ateş ateşi

> nasıl yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?
>
>
> Bu arada, aniden bizim hocamız
> delikanlının başı üzerinde bir saksı
> kırar.
>
> Delikanlı canı yana yana sorar; Neden
> sinirlendin ki?
> Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç
> soruna bir cevabım der.
>
> Delikanlı: Hiç birşey anlamadım.
> Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı
> başında kırınca
>
> Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı hissettim.
> Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor musun?
>
> Delikanlı:
> Evet
>
> Hoca: Bana bu acının şeklini göster ozaman!
>
> Delikanlı: Gösteremem.
>
> Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes
> Allah'ın varlığını hisseder ama
> Allah'ı göremez.
>
> Hoca: Dün gece rüyanda benim
> başında saksı kırdığımı gördün mü?
> Delikanlı: Hayır.
>
> Hoca: Bugün böyle birşey ile
> karşılaşacağını hiç düşündün mü?
> aklından geçti mi?
> Delikanlı: Hayır
>
> Hoca: Bu işte takdir dir (kader)
>
> Hoca: Biz neyden yaratıldık?
> topraktan yaratılmış değil miyiz ?
> Delikanlı: Evet böyle denir.
> Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan
> yapılmadı mı? Allah isterse ateşten
> yaratılan şeytanı ateşin içinde
> cezalandıramaz mı?
 

alpago

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
25 Eyl 2006
Mesajlar
370
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
www.muayyer.com
Kendim yazdım, nasıl olmuş diye de kendim okudum. Benden başka okuyan da olmadığına göre...
Ellerime sağlık güzel olmuş be...
 

imagoodman

Kayıtlı Kullanıcı
Bilgi Girilmemiş
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
496
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Siteyi ziyaret et
eyvallah...
 
Üst